Kronik inflammatuar
demyelinizan poliradikülopati
Kronik inflammatuar demyelinizan
poliradikülopati nedir, nasıl bir hastalıktır?
Genellikle krıonik ifadesi 2-3
haftadan daha uzun süreçleri kapsarsa da. özel olarak, bu hastalıkta tanı
kriteri olarak hastalık sürecindeki kötüleşmenin en az 2 ay sürmesi
gerektiğini ifade eder. İnflammatuar, iltihabi bir durumla giden bir süreç
anlamındadır. Demyelinizan kelimesi, hastalığın meydana getirdiği harabiyetin
siniri saran myelin kılıfını oluşturan Shwann hücresinde olduğunu anlatır.
Poli birden fazla, çok demektir. Radiks sinir kökü anlamındadır. Nöropati ise çevresel hareket ve duyusal sinirlerin hastalığını ifade eder. Bu
konuyla ilgili hekimler hastalıktan İngilizce isminin baş harfiyle, kısaca
CIDP olarak bahsederler. Bundan sonra yazıda bu terim kullanılacaktır. Özet
olarak çok sayıda sinirin hem uç, hem de kök kısımlarının vücudun bir
bozukluk sonucu kendine karşı yönelttiği bağışıklık nedeniyle
harabiyeti söz konusudur. Diğer çevresel sinir hastalıklarından farklı
harabiyetin sinirde yaygın ve myelin kılıfında daha belirgin olarak
izlenmesidir. En belli başlı belirtisi sinsice, 2 aydan uzun bir süre içinde
kas gücü kaybıdır. Daha az olarak düzeltilip, sonra tekrar nükseden güçsüzlük
olur. Güç kaybı iki taraflı ve simetrik olup, yüz ve boyun kasları da
tutulabilir. El ve ayaklarda uyuşma karıncalanmalar olabilir. Birçok olguda
dengesizlik görülebilir.
Ne zamandan beri biliniyor?
İlk kez 1958’de nükseden, ancak
steroidlerle düzelen iki hastada Austin tarafından tanımlanmıştır. Ancak
o zaman şimdiki adı konulmamıştır. CIDP tabiri 1975’de Amerika’da Mayo
Klinik’te Dyck tarafından önerilmiş ve kabul görmüştür. Ancak ülkemizde
1985’ ten sonra tanınmaya başlamıştır. Daha önceleri bu hastalığa ya
kalıtsal nöropati, Guillain-Barré sendromu gibi yanlış tanılar konurdu, ya
da kesin bir tanı konamazdı. Bunu geriye dönüp hastaların dosyalarının
tetkiklerinden anlıyoruz. Ancak hala bir myastenia gravis veya Guillain-Barré
sendromu gibi yaygın olarak tanınmamaktadır.
CIDP ne sıklıkta görülüyor?
Hastalık yeni tanımlandığından bu konuda
yapılmış bir çalışma yoktur.
En çok hangi yaşlarda ve
kimlerde görülüyor?
Çocuklar ve yaşlılar dahil her yaşta
izlenebilir. Ancak 40-60 yaşlar arasında ve erkeklerde daha sık görülür.
Erkek: Kadın oranı 1.5: 1 olarak verilebilir.
Kalıtımla ilgisi var mıdır?
Kalıtımla ilgisi yoktur. Edinsel bir hastalıktır.
Ancak bazı kalıtsal nöropatilerle birlikte görülebilir.
Bulaşıcı bir hastalık mıdır?
Bulaşıcı ve mikrobik bir hastalık değildir.
Vücudun bağışıklık sisteminin, çevresel sinirleri tahribatı söz
konusudur.
Başka hastalıklarla birlikte
olur mu?
CIDP tek başına ortaya çıkabileceği gibi
başka hastalıklarla birlikte de bulunabilir. AIDS’e yol açan insan immün
yetmezlik
virüsü (HIV) enfeksiyonu sırasında, aşağıda sözü edilecek olan serum
paraproteinleriyle birlikte, kronik akrif hepatit denen karaciğer hastalığıyla,
nefrotik sendrom denen böbrek hastalığıyla, iltihabi bağırsak hastalıklarıyla
bağ dokusunun iltihabi hastalıklarıyla tiroid bezinin fazla çalışması (tirotoksikoz),
şeker (diabetes mellitus) gibi metabolizma hastalıklarıyla birlikte
izlenebilir. Bazen kemik iliği ve diğer organ transplantlarından sonra ortaya
çıkar. Lenfoma gibi kötü huylu kan hastalıklarının seyrinde görülebilir.
Yukarıda bahsedildiği gibi bazı kalıtsal nöropatilerin üzerine biner.
Multipl skleroz gibi merkezi sinir sistemi myelin kılıfı hastalıklarıyla
birlikteliği nadir de olsa görülmektedir.
Hastalığın nedeni nedir?
Bağışıklığın vücudun kendi sinir
dokusuna yönelerek hastalık yaratması halen açıklanamıyor. Ayrıca bağışıklığın
sinir dokusunda özel olarak nereye karşı olduğu (antijen) da bilinmiyor.
Kanda sinir dokusuna karşı antikor (bağışıklık maddesi) oluşur. Antikor
yabancı madde olarak tanıdığı sinir dokusunu yok etmeye giden makrofaj hücresine
bağlanır. Böylece bu yok edici hücrelerin gücü daha da artarak bazı
iltihabi ürünler salgılamaya başlar. Antikor sinir dokusunun elektrik
iletkenliğini de bozar. Tahribat yerinde damar içinden sızarak gelen beyaz küreler
de birikir. Bunların salgıladığı maddeler, beyaz kürelerin damar duvarlarına
yapışarak normalde kanı sinir dokusunda ayıran engeli aşmalarına yol açar.
bu maddeler direk olarak myelin kılıfını da tahrip edebilir. Böylece hem
antikor, hem de itihabi hücrelerin yol açtığı bir myelin tahribatı söz
konusudur.
Tanı nasıl konur ve bu amaçla
uygulanan testler hangileridir?
Tanıda iyi bir muayene önemlidir. Bu şekilde
hekim hastalığın bir nöropati olduğuna ve demyelinizan özellikler taşıdığına
ait ipuçları elde edebilir. Tanı laboratuar incelemeleri ile mutlaka
desteklenmelidir. İlk yapılması gereken elektromyografi incelemesidir. Bunda
sinirin elektriksel iletiminin ayrıntılı olarak incelenmesi gereklidir. Sinir
iletim hızı belirgin olarak yavaşlar ve elektrik iletiminde yer yer bloklar
izlenir. Bel suyu incelemesi (lomber ponksiyon) zorunludur. Olguların tamamına
yakınında bel suyunda protein miktarı artar. Ancak beyaz küre (lokosit)
izlenmez. Kanda immünelektroforez adı verilen ve vücudun bağışıklık
sistemini ayrıntılı inceleyen tetkik yapılmalıdır. Bunda paraprotein adı
verilen anormal bir protein saptanırsa, hasta bir kan hastalıkları uzmanı
(hematolog) tarafından değerlendirilmelidir. Paraprotein saptanan hastalarda
lenfoma, lösemi, myeloma vs. gibi kan hastalıkları olabilir. Eğer varsa
bunların ayrıca tedavisi gerekir. Paraprotein IgM yapısındaysa anti-MAG (myeline
bağlı glikoprotein) isimli bir antikorun da bakılması gerekir. Bu imkan henüz
ülkemizde olmamakla birlikte, hayati bir önem arzetmez. Bu antikor olsa da,
olmasa da yapılacak tedavi aynıdır. Hasta uzun süren bir bağışıklık
sistemi baskılayıcı ilaç (immünsupresif tedavi) kullanacağından, ilaç başlanmadan
bir deri siniri çıkartılarak incelenmelidir. Buna biopsi denir. Biopsi ayak dış
yüzünün duyusunu alan sural sinirden yapılır. Genellikle sol sural sinir
incelenir. Bu sinirin çıkartılması bir fonksiyon bozukluğu yapmaz, sadece
hastalar ayak dış yüzünde bir yıl kadar süren hafif bir iğnelenme ve uyuşukluk
hissi duyarlar. Zaten bu tür yakınmalar hastalık seyrinde de olmaktadır.
Biopsinin amacı diğer edinsel ve kalıtsal nöropati nedenlerini kesin olarak
ekarte etmektir. Bazı hastalarda biopsi normal olabilir, bu hastalığın olmadığı
anlamına gelmez. Ancak hastaların %60’ında mhyelin harabiyeti ve yeni
myelin yapımı izlenir. %10 civarında iltihabi hücreler de görülür. Tanı
için yapılan tetkiklerin hepsinin anormal olması gerekmez. Klinik tablo
uyuyorsa, tek bir laboratuar anormalliğiyle sonuca varılarak tedavi başlanabilir.
Hastalığın seyri nasıldır,
iyi ya da kötü seyredeceğini düşündüren belirtiler var mıdır?
Kendi haline bırakılırsa hastalık kötüleşir.
Bu nedenle tedavi şarttır. Tedaviyle hastaların sinir sistemi demyelinizan
hastalığı olan multipl skleroza benzetirler. Yüzde 50 olguda nüks görülür.
Olguların %30’unda tam düzelme olur ve ilaçlar kesilebilir. Sonuç olarak
olguların yarıdan fazlası tedaviyle tekrar çalışacak hale gelir. Yüzde 20
hasta çalışamaz durumda kalır. Yüzde 10 civarındaki bir grupta kalıcı
sakatlık olabilir. Bu olgular yatak veya tekerlekli sandalyeye bağımlıdır.
Hangi hastanın nasıl seyredeceğine ait ipucu veren bir belirti yoktur. Başka
hastalıklarla birlikte seyreden olgular da tedaviden eşit olarak yararlanırlar.
Tedavi olanakları nedir, hangi
ilaçlar yararlı olur?
Hastalık ilk tanımlandığında yararı görülen
ilaç, kontrollu çalışmalar sonrası da etkin bulunmuştur. Tedaviye 80 ila
100 mg dozlarında prednison denen ve ağızdan alınan bir kortikosteroid ile
başlanmalıdır. Düzelme başladığında (genellikle ilk 2-4 haftada yan
tesirlerin azaltılması amacıyla tedavi günaşırı olarak sürdürülür.
Kuvvet normale dönünce, ya da artık daha fazla düzelme izlenmiyorsa
(genellikle ilk 3-6 ayda) ilaç dozajı her iki haftada bir 5 mg olmak üzere azaltılmaya başlanır. Bazı
hastalar tamamen ilaçtan kesilebilir. Ancak nüksün oldukça sık görüldüğü
ve immünsupresif tedavinin yıllarca sürebileceği baştan kabullenilmelidir.
Hasta tanı konduğunda yataktan kalkamayacak kadar güçsüzse, ya da steroid
tedavisi altında nüksederse eğer olanak varsa kanın plasma denen kısmının
atılıp şekilli elemanlarının geri verildiği plasma değişimi tedavisi
uygulanabilir. On beş gün ya da bir ay zarfında 5 ila 10 değişim yapılabilir.
Böylece antikorların vücuttan atılması hedeflenir. Ancak bu olanak her
yerde bulunmamaktadır. Zaten bu tedavi tek başına yeterli değildir. Nükseden
olgularda steroid dozu arttırılır, ya da ikinci bir immünsupresan ilaç
eklenir. Ayrıca nükseden hastalarda plasma değişimine alternatif olarak
uygulamasının daha kolay olmasıyla tercih edilebilecek intravenöz
immuglobulin (IVIG) tedavisi de bulunmaktadır. Bu ilacın ilk verilişi 5 gün
içersinde toplam 2 g/kg olmalıdır. Ancak ayda bir 0.4 mg/kg’lik bir idame
dozu da verilmelidir. Tedavi genelde 6 ayda sonlandırılır. Eğer sonlandırılamıyorsa
2 ya da 3 ayda bir verilmeye çalışılmalıdır. Nükseden ve steroid yan
etkilerinin belirgin olduğu durumlarda azathioprine, cyclosporine ve
cylophosphospamide isimli ilaçlar kullanılabilir.
Bu ilaçların yan etkileri var mıdır?
Tüm etkili ilaçlar gibi CIDP tedavisinde
kullanılan ilaçların yan etkileri vardır. Prednison vücudun metabolizmasını
bozar. Kilo alınır. Yüz ve ense kısımlarına yağ toplanır. Şeker hastalığı
ortaya çıkabilir. Tansiyon yükselebilir. Bu nedenle tedavi altındaki
hastalar karbonhidrat ve yağları diyetlerinde kısmalı, tuzu ise tamamen
kesmelidirler. Gözde tansiyon artması (glokom) ve katarakt oluşabilir. Daha
önce geçirilmiş tüberküloz yeniden uyanarak belirti vermeye başlayabilir.
Bu durumda klasik tüberküloz tedavisi yapılmalıdır. Sindirim sisteminde özellikle
12 parmak bağırsağında ülserler oluşabilir, ya da mevcut mide şikayetleri
kötüleşebilir. Bu tür hastalar mide koruyucu tedavi tedavi almalıdır. İlaç,
menapoz sonrası kadınlarda hızlı bir kemik erimesine yol açabileceğinden,
bu kişiler düzenli olarak kalsiyum ve D vitamini kullanmalıdırlar. Nadiren
kalça kemiği (femur) başında mikrobik olmayan bir harabiyet (aseptik nekroz)
olur ve hastalar bu bacağın üstüne ağrıdan basamaz. Bu durumda yapılacak
şey kalça protezi konmasıdır.
Plasma değişiminde köprücük kemiği
hizasında büyük bir toplar damara bir tüp konması gerekir. Bu sırada akciğer
odacıkları patlayarak göğüs boşluğunda hava birikebilir (pneumotoraks).
Tansiyon düşmesi, kanda mikrop üremesi (sepsis), kanama, akciğere pıhtı atılması
(emboli), kansızlık ve pıhtılaşma mekanizmasında bozukluk izlenebilir.
IVIG damara verilirken titreme, ateş, kas ağrıları olabilir. Bunun önüne
geçmek için antiallerjik ilaçlar yapılabilir. Yüzde kızarma, sıvı yüklenmesi,
bulantı kusma, migrenli kişilerde migren, damar tıkanması, C hepatiti ve kanın
koruyucu hücrelerinde düşme (nötropeni) olabilir. Bu komplikasyonlar çok
ender görülmektedir.
Azathioprine, beyaz küre sayısında düşmeye,
karaciğer bozukluklarına yol açabilir. Bu durumda ilaç kesilmelidir. Grip
benzeri bir durum, kas ve eklem ağrıları ayaklarda mantar enfeksiyonları
olabilir. Bu komplikasyonlar çok rahatsız edici olursa ilaç azaltılır, ya
da kesilir. Cyclosporine böbrek yetmezliğine yol açabileceğinden bu yönden
dikkatli takip edilmelidir. Cyclophosphamide kan hücrelerinde azalma, saç dökülmesi,
mesane iltihapları, bulantı kusmaya yol açabilir. İlaç gündüz saatlerinde
kullanılmalı ve bol su içmelidir. İmmunsupresif ajanlar kısırlığa ve
kanser gelişmesine yol açabilir. Tüm bu tedavilerin yarar ve zararlarının
değerlendirilmesi ve uygun tedavi verilmesi için nöromuskuler hastalık
deneyimi bulunan bir nöroloji uzmanının kontrolünde kalmak gerekir. Bu
tedavileri herhangi bir kimsenin yapabileceğini düşünmek elbette yanlıştır.
CIDP için gelecekte ne
umulabilir?
Sinir harabiyetini tetikleyen antijenik bölgenin
bulunması, bunun hangi koşullarda hastalığa yol açtığının tespiti
tedavide gelişmelere yol açabilir. İltihabi hücrelerin salgıladığı
maddelerin etkisini bertaraf edici, beyaz kürelerin damar duvarlarına yapışıp
sinir dokusuna geçmesini engelleyen tedavilerin gelişmesi tedavinin daha etkin
olmasını sağlayabilir. Bunların yakın bir gelecekte ortaya çıkacağı
umulmaktadır.
Kaynak:
Prof. Dr. Hidayet Reha Kuruoğlu
– Gazi Üniversitesi
|